ATAM
Süleyman Süreyya BÜKEY (1895-1974) – Foto Süreyya
İmzalı, fotoğraf üzeri döneminde renklendirme.
55 x 43 cm., çerçeveli
KİM KİMDİR – CEHALETTEN KURTULMA SANATI
CELAL ŞENGÖR
MASA KİTAP-İSTANBUL-MMXXIV
ATATÜRK KİMDİR?
Atatürk, duygusunu ve hırsını aklının önüne geçirmeyen, tarihin gördüğü en büyük komutan ve devlet kurucularından biridir. Ayni zamanda, varlığını milletine adamış ve bundan kişisel olarak haz alan bir dâhidir. Kişisel olarak haz alması çok önemli bir farktır. Onun en önemli özelliklerinden biri de ba- şari bağımlısı olmasıdır. Ona verilen görevi ve gösterilen hedefi en iyi şekilde başarma arzusu küçük yaslarından itibaren vardır. Tabii, başarılı olma arzusu duyan ve bunu düstur edinen birçok insan olduğunu söylemek mümkündür. Atatürk’ün farkı, bu istek ve arzusunu milletinin faydasına evirebilmiş olmasından ileri gelir.
Atatürk için “Kendini halkına feda etti,” derler, bu doğrudur fakat bunu zevk alarak yaptığını da bilmemiz gerekir. Bu bakımdan egoist biri bile sayılabilir. Atatürk; servetle, kadınlarla, rütbeyle, ünle değil de başkalarına iyi gelerek kendi egosunu tatmin eder. Niyeti milletini yüceltmektir.
Akrabası Nuri Conker’ in söylediği gibi aslen Arnavut, fakat kendi tanımına göre Türk Milleti’nin bir üyesi olan Atatürk’ün, doğduğu toprakları da kapsayan bir Cumhuriyet kurma fikri lise yıllarında başlamıştır. Cemal Kutay, onun henüz lise yıllarındayken bir Makedonya Cumhuriyetini düşlediğini yazar. Atatürk o zamanlar etrafındaki cemiyetin çok yozlaşmış ve cahil olduğunun fakına vararak kendi kendine, “İnsan böyle yaşamamalı, benim görevim bu insanları hayal ettiğim seviyeye çıkarmak olmalı, bunun neticesi beni çok tatmin edecektir? diye düşünür. Atatürk kendini, geliştirmek istediği milletin en önünde tutar.
Atatürk, iyi bir entelektüeldir. Bunun iki sebebi vardır: İlki zekâsı, ikincisi de Rumelili olması yani Selanik’te doğması. Entelektüellik, Jules Verne’ in’ de (Bilimkurgunun öncülerinden olan Fransiz yazar ve gezgindir. Birçok icadı önceden tahmin ettiği için “Bilim Falcısı” olarak anılır) söylediği gibi “İnsan ürünlerinin en güzelleri hakkında bilgi ve anlayışı toplama marifetidir? Entelektüellik aynı zamanda mağdur insanların iyiliğine yardım etme dürtüsü de barındırabilir, fakat her entelektüel bunu hissetmez. Bu kadar iyi bilgi edinmiş ve anlamış olan insan, kaçınılmaz olarak insanlığa hizmet etmeye çalışır. Ancak, bunu yapmayanlar da vardır. Yalnızca iyi duyguların değil kötülüğün de su yüzüne çıktığı entelektüellik biçimine Doktor Mengele örnek gösterilebilir. Mengele, Nazi imha kamplarında çalışan bir doktordur. Kadınlar ve çocuklar üzerinde deneyler yapmıştır, hem de bazen hiç uyuşturmadan… Yaptıkları tam bir sadistlik örneğidir. İnsan vücudunu bilmesi, bunları yapabilmesini sağlamıştır ve bu yaptıklarıyla, kendinden sonraki tıbba ciddi katkıda bulunmuştur. Doğum vetiresi buna örnektir. Yahudiler tüm Nazi suçlularını avlamış, yalnıza çok zeki bir adam olan Mengele’yi yakalayamamışlardır.
Atatürk’e dönersek, o milletini çok iyi tanımaktadır. Milletinin içinden kendisini sevmeyen büyük bir kısmin olduğunu da bilir ama İsa’nın söylediği gibi düşünür: “Onları affet çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar.” Atatürk milletine böyle bakan bir liderdir. Karsısındaki cahil güruhun onu sevip sevmediğini umursamadan onları istediği medeni düzeye getirmek için çabalamıştır; bu onu tatmin eden en önemli amaçlardan biridir. Atatürk’ün bu konuyla ilgili olarak, “Neden ben bu kadar senelik eğitim gördükten, medeni hayatı inceleyip hürriyetin tadını alabilmek için hayatımdan ve zamanımdan feragat ettik- ten sonra avam mertebesine ineyim? Onları kendi mertebeme çıkarayım. Ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar,” düşüncesi vardır. İşte bu Atatürk’ün başarı kriteridir. Benim izimden gelip partizanım olsunlar dememiş, sadece vatandaşlarının onun medeniyet mertebesine ulaşmasını düşlemiştir. Çünkü tüm dünyaya “Bakin benim milletime, ben bunun içinden çıktım, diye göstermek istemiştir.
Atatürk her zaman “Ben döküntü bir insan güruhunun parçası değilim,” der. 10. Yıl Nutkunda, “Türk milleti zekidir, Türk milleti çalışkandır,” dese de aslında öyle olmadığını herkesten iyi bilmektedir. Buna dair bir anekdot vardır: Atatürk, Samsun’a çıkmak için İstanbul’dan ayrılmasının ardından ancak yedi sene sonra İstanbul’a dönebilmiştir. Tabii artık müthiş bir zafer kazanmış kurucu bir liderdir. Gemisi iskeleye yanaştığında onu gören halk, “Yasa Paşam!” ve “Hoş Geldin Paşam!” sloganları atmaktadır. Atatürk geminin küpeştesinden bakar, bir yanında Şükrü Kaya ((1883-1959): Osmanlı Devleti’nin son yıllarında çeşitli devlet görevleri yaptıktan sonra, Kurtuluş Savaşına katılmış, savaşın ardından Mustafa Kemal Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarından biri olmuş devlet ve siyaset adamıdır) bir yanında Recep Zühtü vardır (Recep Zühtü Soyak (1893-1963): Kurtuluş Savaşı’nın ilk günlerinden itibaren ulusal direniş hareketinin önderi Mustafa Kemal Paşa’nın yakın çevresinde bulunmuş, onun muhafızlığını üstlenmiştir) . Recep Zühtü dönüp Atatürk’e bakar, onda en küçük bir memnuniyet ve heyecan göremez. Nihayetinde dayanamayıp “Kemal, heyecanlanmıyor musun?” diye sorar. Atatürk, “Recep, bu halk aynı coşkuyla bizi yarın darağacına da götürür,” diye cevap verir.
Atatürk bir dâhidir ama dâhi olmak, onu tanımlamak için yeterli değildir. Atatürk’ün, bu dehasını pratikte faydalı hale getirmesi, onu iyi tanımak için ön plana çıkması gerekir. Onun yöntemi önce kendisine problem seçmek olmuştur. Herkesin iyi bildiği Çanakkale’den başlamak gerekirse, Çanakkale’de kara kuvvetlerini ilgilendiren bir problem olarak düşman birliklerinin nereden karaya çıkmak isteyecekleri konusuna öncelik verilmesi gerekmiştir. Çanakkale Cephesi Komutanı Liman von Sanders, Kilitbahir’den ve Saros Körfezi’nin güneyinden çıkılacağını tahmin eder. Atatürk, “Hayır yukarıdan, Suvla Körfezi’nden gelecekler, der ve sebeplerini anlatır. Liman von Sanders, “Git oraya, bir çıkartma baslarsa hemen haber ver,” diyerek Atatürk’ü Suvla Körfezine gönderir. Atatürk, oraya gidince çıkartmanın çoktan başlamış olduğunu görür. Hemen haber gönderir ve yardıma kuvvet ister. ilk olarak en yakındaki 57. Alay gelir ve Atatürk’le birlikte çıkartmayı orada durdururlar. Düşman kuvvetlerinin çıktığı yer dimdik bir yamaçtır. Türklerin siperleri tepededir, orada makineli tüfeklerle konuşlanırlar ve aşağıda kafasını kaldıranı tararlar. İtilaf kuvvetlerinin çıktıkları yerlerde çörtlü kalkerler vardır, bunlar içi silisyum yönünden zengin kireçtaşıdır. Buraya kazma vuruldu mu kazma geri gelir, o kadar serttir. Kumandanlar buraya bakmadan, askere çıkıp siper kazması için emir verir. Askerler siper kazamaz, siper kazamadıkları için yukarıdaki mitralyöz ateşi altında can verirler. Bu arada Türkler de bu ateş altında ağır kayıplar verir. 57. Alay tamamen şehit olur fakat buna rağmen Türkler düşmanı durdurur.
Burada Atatürk’ün neden Kilitbahir’den değil de Suvla’dan çıkartma yaptıklarına dair öngörüsü çok önemlidir, kendisi Çanakkale Boğazına giden en kısa yolun Suvla’dan geçtiğini önceden tespit etmiştir. Burada bir problem ve çözümü için Atatürk ün uydurduğu bir hipotez vardır. Hipotez, düşmanın Suvla Körfezi’nden geleceği yönündedir. Oraya gider, hipotezinin doğru olduğunu görür. Düşmanı durdurmak gerekmektedir. Mümkün olduğunca süratle haber göndererek 57. Alayın oraya gelmesini sağlar.
İngilizler, oradaki Rum çetelerini korumak için gönderilen Osmanlı müfettiş Mustafa Kemal’ in istediklerinin tam tersini yapıp Türkleri kolladığını fark eder. Bir heyet gönderilir, “Atatürk Anadolu’yu karıştıracak, kendisini derhal geri çekin” emri verilir. Bunun üzerine Mustafa Kemal ordudaki bütün görevle- rinden istifa eder ve “Bundan sonraki yönetimimiz diktatörlük olamaz, halk hareketi olmalıdır” şeklindeki kararını açıklar. Bunun sebebi devletin başında hâlâ padişahin olmasıdır’ Padişaha alternatif biri çıkarılamadığından alternatif ancak halk olabilir. Erzurum’da ve Sivas’ta kongre toplanır. Bunlar Büyük Millet Meclisi’nin açılış çalışmalardır. Atatürk Ankara’ya gider ve 23 Nisan 1920de Büyük Millet Meclisini açar. Mecliste şu karar alınır: “Padişahımız esir. Hür kararlar alamıyor, dolayısıyla onu dinlemek zorunda değiliz. Padişah ve halifenin selâmetine kadar Anadolu’yu Büyük Millet Meclisi temsil edecektir.” Bu esnada Anadolu içlerinde çete isyanları başlamıştır. Atatürk bu çeteleri kendi gayeleri yönünde bir süre kullanır. Ancak bir asker olarak çete liderleriyle is yürümeyeceğini, düzenli ordunun gerektiğini bilmektedir. Bunun üzerine Çerkes Ethem’i orduda görev alması için çağırır fakat Çerkes Ethem kabul etmez. ((1886-1948): Çerkes asıllı Osmanlı askeridir. Kurtuluş Savaşında, Kuva-yı Milliye birliklerinde komutanlık yapmıştır. Kendi bölgesinde TBMM Hükümeti’nin siyasi otoritesini tanımamış ve kendi otoritesine göre hareket etmesiyle birlikte 1920 yılının son aylarında ayaklanma başlatmıştır.). Milli Mücadele birlikleri ellerindeki az güçle Çerkes Ethem’le çarpışır ve onu yener. Bu olaydan sonra Atatürk, düzenli orduyu kurma işine hız verir. Düzenli ordunun ilk çarpışmaları Birinci ve İkinci İnönü savaşlarında gerçekleşir, bu savaşlarda Yunanlar durdurulur. Ama hemen arkasından gelen Kütahya-Eskişehir Muharebeleri kaybedilir. Bu savaşta cephe komutanı İsmet İnönü’dür ve savaş sırasında Atatürk’ü cepheye çağırmıştır. Atatürk daha giderken sorunun ne olduğunun farkındadır, komutanlar da kullanılan yöntem de yetersizdir. Kafasında plan oluşturur, ancak komutanlarının moralini bozmamak için öncelikle haritaları açmalarını söyler. Harita üzerinde izah eder. ilk olarak, “İsmet, orduyu Sakarya’nın arkasına çek,” der ve ordu 100 km geri çekilir. Komutanlar, “Bu 100 km içerisinde kalan halkı kime bırakacağız!” diye isyan etmeye başlar fakat kimse bir alternatif sunmaz. Atatürk stratejisini “Bak, ben vatanimin içine çekiliyorum. Papulas (Anastasios Papulas (1857-1935): 1919-1922 Türk-Yunan Savaşı’nda Anadolu’daki Yunan kuvvetlerinin başkomutanlığını yapmış korgeneraldir.) beni takip edecek, ikmal hatları uzayacak, Anadolu’muzun içinde doğru düzgün yol olmadığından Yunan ordusu batacak,” diyerek açıklar. Bu çekilmeden sonra Sakarya Meydan Muharebesi cereyan eder, orada Atatürk bir hattı bütünüyle korumanın hata olduğunu fark eder çünkü o hattın her an yarılabileceğini görür. Okuldan ögrendiği bir şey vardır: Böyle bir hat yarıldığı zaman o hattın uzunluğuyla mütenasip bir mesafede ordunun geri çekilmesi gerekir. Papulas da Atatürk’le aynı kitapları okumuştur, haliyle o da böyle düşünür. Bunlar Avrupa’da okutulan meşhur ders kitaplarıdır. Atatürk ise bu tavsiyeyi aptalca bulur. “Her birlik olduğu yerde tutunamadığı zaman savunmasını tekrar kurana kadar geri çekilir ama onun yanındaki birlikler çekilmek zorunda değil,” diye düşünür. “Orada kendini savunabilirse savunsun, hattın bozulması mühim değil,” diye tahayyül eder. Nihayetinde Atatürk bir emir gönderir: “Hattı müdafaa yoktur, sathi müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.”
Harrington’un tavrı (Charles Harington (1872-1940): Britanya ordusu generalidir. Türk Kurtuluş Savaşı esnasında 1920-23 yıllar arası İtilaf Devletleri adına İstanbul İşgal Ordular Başkomutanı olarak görev yapmıştır.) İngiltere’de bomba tesiri yapar. Lloyd George, Harrington’a “Neden emir dinlemiyorsun!” diye yazar. Harrington, “Centilmene ateş açmam” diye karşılık verir. Ve sonunda bizimkiler Boğazları da ele geçirirler. Arkasından Refet Bele İstanbul’a gelir, halkta coşku sonsuzdur. İstanbul kurtulmuştur. Daha sonra Mudanya Mütarekesi imzalanır, mütarekede İngilizler geri çekileceklerdir. Arkasından da Lozan… Lloyd George, Lozan için “Alçakça, rezil bir teslimiyet bu,” demiştir. Atatürk’ün dehası burada da net bir şekilde görülür. Atatürk’ün dehasını gösteren en önemli özelliklerinden biri de elindeki imkânlar iyi bilmesi ve öncelikle sorunu iyi tanımlamasıdır. Sorunu çözmek için elindeki imkânlarla bir hipotez oluşturur, bu hipotezleri uygularken de karsısına sorun çıkarsa derhâl o hipotezi terk edip yeni bir hipotez üretir. Metot bundan ibarettir. Yapacağı inkılapları da o yıllarda kafasında canlandırmaya başlamıştır. Bunların hiçbirini de birebir bir ülkeden kopyalamaz, Avrupa’nın farklı farklı yerlerinden örnekler alır: Medeni kanunu İsviçre’den, ekonomi modelini İngiliz’den gibi. Şeriatı kesinlikle reddeder, “Biz lâik bir devlet olacağız”, der. Kimsenin inancına karışmaz ama toplum yönetiminin lâik olmasını ister.
$ 800,00
1 in stock